31 Aralık 2011 Cumartesi

Vaftiz


  Hristiyanlar günahdan kurtulmak için, kiliseye gidip papaza vaftiz yapdırıyorlar. Vaftiz yapılacak kimseye, papaz tenhâ bir yerde İncîl okuyup üfler ve duâ eder. Erkekler ve kadınlar ömründe bir kerre vaftiz yapmıyorlar. Genç, güzel kızlar, sokaklarda erkeklere görünmek günahına girdikleri için, her ay kiliseye gidip, vaftiz yapdırıyorlar ve İşâi Rabbânî dedikleri, şerâba batırılmış ekmekden yiyorlar.
Ahmed Cevdet Paşa / Faideli Bilgiler S.177

Her An Sizi Görmek İstiyor

Viran oluyor gönlüm senden ayrı kaldıkca,
sözlerinin tadını unutmam yaşadıkça.
Halâl et de hakkını, öleyim ben râhatca,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Hasret, deryâlar gibi, kesdi yolumu benim,
yıllarca ayrı kalsam, seni dâim severim.
Uzak yerlere düşdüm, bu mu benim kaderim,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Sizden ayrı kalınca, uyduk hep nefsimize,
yanlış yollara düşdük, bilmem ne oldu bize.
Şeytân bakıp gülüyor, kararan kalbimize,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Rûhum çılgına döndü, göklere çıkdı âhım,
sizden pek uzak düşdüm, nedir benim günâhım?
Yüzü kara olmakdan, koru beni Allahım!
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Doğar gelir inşâallah, gecelerin gündüzü,
garîblerin o zemân, gülecek hemen yüzü.
Odalarda kısıldı, mü’minin tekbîr sözü,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Pusu kurmuş hâinler, yollarımı bekliyor,
süslü, tatlı sözlerle, sen, bu yoldan dön diyor.
Îmândan haberi yok, aptal bir şey bilmiyor,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Hiç uğraşma ey câhil, dönmem billâhi geri,
hedefim, maksadım hep, iyi yoldan ileri.
Çok uğraşdı dünyâda, senin gibi serserî,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Eserini görünce, önce kıymet vermedim,
on altı yaşındaydım, kötü şeyler söylerdim.
Rahmet saçdı Allahım, hakîkatı öğrendim,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Bîçâre gönül sen de, durma çalış ilerle!
doğru yolu gösteren o zâta bak ibretle.
Sizi çok sevdiğimi, yazıyorum kalbime,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Garîb İhsân senin de, ağlıyan kalbin var mı?
Onun seveni çokdur, feryâdını duyar mı?
Engeller çelik olsa, insan bundan korkar mı?
Bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

M. Sıddık Gümüş / Tam İlmihal Seadeti Ebediyye S.587

Hakkın Rızası

Çalışmakda, yükselmekdedir, Hakkın rızâsı!
Tenbel olanın elbet gelir bir gün belâsı.

  Bir olay hakkında hüküm verirken tarafların seslerine eşit olarak kulak vermeye mecburuz. Yalnızca Yunan ve Ermeni iddalarını dikkate alarak, “Bunu zaten bütün dünya biliyor” deyip işin için sıyrılmak kolaycılık olur. Aksi halde, Encyclopaedia Britannica’nın 1970 baskısında İzmir yangınıyla ilgili olarak “Yunanlıların kaçarken verdikleri savaş ziyanı (war damage)” ifadesinin kullanılmasını ya da Yunanlıların Türklere yaptıkları zulmü vurgulamasını nereye koyacağız? Ya da Fransızların ünlü dergisi L’Illustration’un muhabiri G.Ercole’ün 13 Eylül 1922′de yazdıklarını:
  Fakat işte Ermeni mahallesinde iki yeni ve çok mühim duman yığını gözüktü. Vaziyet ciddileşiyor, çünkü rüzgar hızını arttırıyor ve alevleri Avrupalıların oturduğu Frenk mahallesine doğru itiyor. Orada da bir kaç alev ışığı gözükmeye başladı. Alevler çatırdıyor ve fişekler patlıyor. Türk işgali altında kalmaktansa ölmeyi tercih eden Ermeniler,evlerini ateşlemişler ve Türk askerleriyle mücadeleye girmişlerdi. Müthiş gürültülerle cephane depoları patlıyor.
  Fransız muhabirin sözünü ettiği patlama sesleri, İzmir İtfaiye Müdürü Paul Grescouich’in raporunda* sözünü ettiği, Ermeni çetelerin çıkardığı yangından gelmektedir. Velhasıl yangın, çeteler ellerindeki silah ve mühimmatı Milli Kuvvetler baskın yapmadan imha etmeye çalışırken çıkmıştır.
  Kısacası, Ermeniler çıkarmıştır yangını, ancak Londra’daki hakimi da kararında belirttiği gibi bu kasıtlı çıkarılmış bir yangın değildir. Zaten İzmirdeki Amerikan Başkonsolosu Maynard Barnes da şehirdeki Amerikalıların çoğunun yangını Ermenilein çıkardıklarına inandıklarını söylemiyor muydu?
  Keza Pelin Böke’nin yakınlarda çıkan bir araştırması, İzmir’deki yangını yaşamış Levantenlerin şehri Ermenilerin yaktığı konusunda birleştiklerini aktarmaktadır. Mesela 1914 doğumlu Ferdinando Stano, şunları söylemiştir araştırmacıya:
  O gece yangın başladı Gazi Bulvarı’nda. Evde çoluk, çocuk, annem, babam, amcamlar hepsi vardı. Bir battaniye aldık, nerede yatacağız  belli değil. İzmir’den Turan’a gitmek..!!?? Vesait yok,araba çalışmaz, hiçbir şey. Ermeniler birinciydi yangını çıkaran. Yunanlılar çarpışıyordu ara sırada. Türkler Eşrefpaşa’da yukarıdaydılar. Ermeniler Yunanlılarla birlik çarpışıyordu o zaman. Eee gördüler, Türkler başladılar inmeye Eşrefpaşa’dan İzir’e doğru, yangına verdiler İzmir’i.
  *Paul Grescovich’in raporunun tam metni için bkz. Kadir Mısırlıoğlu,Yunan Mezalimi: Türkün Siyah Kitabı,1992,S.78-181
Mustafa Armağan/ Küller Altında Yakın Tarih S.210-211

23 Nisan’ın Asıl Amacı Neydi?!!

….Ancak 23 Nisan’ın neden ve nasıl çocuk bayramı olduğunun da ilginç bir tarihi olduğunu öğreniyoruz Sakaoğlu’nun araştırmasından.


Himaye-i Etfâl Cemiyeti (sonradan Çocuk Esirgeme Kurumu), 1921 yılında esas olarak gazi ve şehit çocuklarının bakımını üstlenmek amacıyla kurulmuş devlet destekli hayır kurumlarından biridir. 1929 yılına kadar sadece Hâkimiyet-i Milliye Bayramı olarak kutlanan 23 Nisan’ın çocuk bayramı haline gelmesi, işte bu Himaye-i Etfâl Cemiyeti’nin bir genelgesiyle gerçekleşmiştir. Kendi örgütüne yolladığı bir genelge ile 23-29 Nisan günlerini “Çocuk Haftası” 23 Nisan’ı da Hâkimiyeti Milliye Bayramı’na paralel olarak “Çocuk Bayramı” ilan etmiştir cemiyet yönetimi.


Ne var ki kısa sürede asıl amacından sapmakda gecikmeyecektir 23 Nisan kutlamaları. Şehit ve Gazi çocuklarının daha iyi şartlarda eğitilmesi, bakılması ve yetiştirilmesi amacıyla ihdas edilen çocuk bayramları valilerin, müdürlerin, esnafın kendi çocuklarını süsleyip püsleyerek kortejlere katmaları “renkli ve göz alıcı balolara” götürmeleri, en güzeli kimin (sonraları hangi okulun) çocuğunun giyindiği yarışmaları gibi çarpık uygulamalara sahne olmaya başlayan 23 Nisan kutlamalarına ilk tepki hemen ertesi yıl sol eğilimli Resimli Ay dergisinden gelmiştir.


Dergide Sabiha Zekeriya (Sertel) imzasıyla çıkan bir yazı, memlekette bunca yoksulluk varken, bu kadar kimsesiz, yetim, öksüz, hastalıklı, okula gidemeyen, ağır ve sağlıksız işlerde karın tokluğuna çalıştırılan çocuklar mevcutken böylesine bir “eğlence”nin yersizliğini ve amacından saptırılmış niteliğini sert bir dille eleştirmektedir:


23 Nisan çocukları eğlendirmek günü değildir. Himaye-i Etfâl’in yaptığı programı yanlış tatbik edenler, bunu bir eğlence günü kabul ettiler…23 Nisan açların, hastaların, işte çalışan çocukların günüdür. Onların dertlerinin konuşulacağı gündür.


Mustafa Armağan/ Küller Altında Yakın Tarih S.87-88

Atatürk 23 Nisan’ı Çocuklara Armağan Etti mi?

İlk 23 Nisan ‘Çocuk Bayramı’ 1929′da, bugünkü adıyla Çocuk Esirgeme Kurumu’nun Genel Merkezi’nde başlayan törenlerle kutlanmış, kurumun başkanı Doktor Fuat (Umay)’a tebrikler iletilmiş, devlet erkanı (örneğin başvekil İsmet İnönü, bir sepet içinde çocuklara şeker dağıtmıştır.) Meclis başkanı törenlere ve ardından ‘çocuk baloları’na katılmışlardır.


Ne var ki belgeler bize Atatürk’ün bu bayramın ne kutlanmaya başlanmasında, ne de gelenekselleştirilmesinde ve milli bayram yapılmasında herhangi bir dahilinin bulunmadığını gösteriyor. Hatta onun 1929′dan ölümüne kadar ki süreçte sadece “iki defa” çocuk balolarına katıldığını öğrenmemize rağmen, ne bayramla ilgili demecine, ne de herhangi bir nutkuna rastlanmamaktadır; zira bu bayram, doğrudan Cumhurbaşkanı’nı değil, Meclis Başkanı’nı ilgilendirmektedir. Tebrikler de o zamanki Meclis Başkanı Kazım (Özalp) Paşa tarafından kabul edilmektedir tabiatıyla.


Velhasıl 23 Nisan’ı Atatürk (şimdilerde yaygınlaşan deyişle) ‘dünya çocukları’na armağan ettiği söylemi de bir efsaneden ibarettir. Törenlerine katılmadığı bayramı nasıl hediye edecekti ki zaten?


Mustafa Armağan / Küller Altında Yakın Tarih S.87

26 Aralık 2011 Pazartesi

Yasaklı Metin Nutuk

 Nutuk, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal tarafından Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 2. kongresinde (1.’si Sivas Kongresi kabul edilir), 15-20 Ekim 1927 tarihlerinde okunmuş; okuma işlemi, toplam 36 saat 31 dakika sürmüş ve kongre tatafından tamamen tasdik edilmiştir. Yani nutuk, Cumhuriyet rejiminin ve onun partisi olan CHP’nin esas metni addedilmiştir. Gelin görün ki, gelin görün ki okunmasının üzerinden neredeyse 80 yıl geçtiği halde bu temel metin hala yanlışsız ve eksiksiz bir şekilde neşredilebilmiş değildir. Çünkü nutuk, talihsiz bir dönemde yani harf devriminden bir yıl önce basılmıştır. Bir başka deyişle eski harfledir ilk baskısı. Harf devrimi yapılınca, ironik bir şekil de Nutuk da sakıncalı ve yasaklı (evet yasaklı!) bir metin konumuna düşüvermiştir.Ve Cumhuriyet nesli Nutuk’u okuyabilmek bahtiyarlığına ancak 6 yıl sonra erişebilecektir.
 Fakat 1934′te 3 cilt halinde yapılan Latin harfli ilk neşir, eski eski harflerden yeni harflere aktarılırken yapılan yanlışlıklarla malul olarak çıkar ne yazık ki…
 …Türk Dil Kurumu bir heyet kurarak bu işe girişmiş ve 1963′de ilk defa Öz türkçeleştirilmiş bir Nutuk metni yayımlamıştır.
 Ne var ki, bu Nutuk veya Söylev’ler 1927′deki Arap harfli neşri değil de, hatalı olan 1934 tarihli Latin harfli neşrini esas aldığından yanlışlar müteselsilen devam etmiş ve ehliyetsiz sadeleştirmelerle metin iyice içinden çıkılamaz bir hale gelmiştir.
 Mustafa Armağan / Küller Altında Yakın Tarih S.52-54

Ölünce Yıkanmazdık!!!

Dünya Güzel Olsaydı, Doğarken Ağlamazdık… 
Yaşarken Temiz Kalsaydık Ölünce Yıkanmazdık ..!
Necip Fazıl Kısakürek

Mutluluk

Mutsuzluğu tatmadan, hep mutlu olmak istersin. Oysa nelerin seni mutsuz ettiğini bilmeden, nelerle mutlu olacağını bilemezsin. Freud

...

Sadece korkaklardır cesaretlinin cesaretini anlatan…
 Bedirhan Gökçe

Ertuğrul Süvari Alayı Köprü’de

 1901 yılında yapılan bu tablo, Zonaro’nun saray ressamlığına kabul edilmesini sağlar. Çünkü bu alay II. Abdülhamid tarafından kurulur ve Fatih Sultan Mehmet hayranı olan padişah alaydaki bütün atların beyaz renkte olmasını ister. Resmi gören padişah tabloya hayran kalır. Ancak tablo padişaha sunulmadan önce küçük bir teftişten geçer. Zonaro o anı şöyle anlatıyor: “…sarayın en nazik ve en cana yakın insanı, aziz dost Münir Paşa’nın huzurundayım… Bakın dedi, Padişah hazretleri yoksulluğu hiç sevmez ve yalınayak dolaşan insanların var olduğunu düşünemez. Bu oğlanı güzelce giydirmenin bir yolu yok mudur?” Zonaro, resminde böyle değişikliği kabul etmez ve resim padişaha verilir. Aradan epey bir zaman geçer.
 



 Fransız Meclis Başkanı M. Paul Deschanel, Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yıldönümünde kendisini ziyarete gelir. Padişah konuğunu sarayın içinde hazırlattığı resim galerisinde gezdirir: “Deschanel, benim Ertuğrul Süvari Alayı Köprü’de tablomun önüne geldiğinde durarak tabloyu özel bir dikkatle inceliyor. ‘Şahane bir tablo.’ diyor. Padişah hemen cevap veriyor: ‘Öyleyse sizindir.’ Ertesi gün padişah hazretlerinin Fransız Meclis Başkanına armağan ettiği tablo, Fransa Büyükelçiliği’ne gönderiliyor.” Sarayda duvarda boş kalan yeri doldurmak üzere Sultan Abdülhamid aynı tablonun yeniden yapılmasını talep ediyor, bu ikinci tablo bugün Dolmabahçe Sarayı’nda sergileniyor. Padişah, Zonaro’yu çağırır ve aynısını yapıp yapamayacağını sorar. Zonaro bir süre sonra Ertuğrul Süvari Alayı Köprü’de adlı eseri tekrar yapar. Ancak bir takım değişikliklerle… Resmin ilk halinde alayın geçişini izleyen yalın ayaklı bir çocuk ve çingeneler bu kez bu tabloda yoktur. Yerini ise gayet iyi giyinimli İstanbullar ile Zonaro ve eşi yer alır. Belli ki Münir Paşa’nın önceden yaptığı uyarı etkili olmuştur.

Ne Güzel Bir İbadet

Sofrada ailesinin, zevcesinin ağzına bir lokma ekmek koymak, ibâdettir.

Sabır

Dünyanın en güç işi birşeyin nasıl yapılacağını bilirken, başka birinin nasıl yapamadığını ses çıkarmadan seyretmektir. Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretler

Zaman

Hepimiz kaybettiğimiz yada ulaşamadığımız her şey için zamanı suçlarız. Oysa unutma ki; Zaman konuşacak olsa, hepimiz utanırız. Tolstoy

Müslüman desteği SSCB yardımı olmuş!

 Kurtuluş savaşına ilişkin önemli iddialardan olan ve bugüne kadar Rus Komünistlerin Ankara’ya yardımı olarak sunulan SSCB yardımının aslında Buhara Müslümanları tarafından toplanan para olduğu ortaya çıktı.
  Buhara Müslümanlarının Sovyetler’e Türkiye’nin mücadele savaşına destek amacıyla 100 milyon altın ruble verdiği anlaşılarak bir tarihi gerçek de gün yüzüne çıktı. Sovyetler’in Buhara Müslümanlarının verdiği 100 milyon altın rublenin ise sadece 10 milyon rublesi milli mücadele için gönderildiği de ortaya çıkan başka bir tarihi gerçek oldu.
  Milli Mücadelede ordunun ihtiyaçlarının karşılanması, zafere kadar gündemdeki konulardan biri olmuştur. Uzun savaşlar ve yenilgiler sebebiyle, devlet ve milletin kaynakları azalmış olduğundan, yurt içinden sağlanan kaynaklar yanında dışardan sağlanan yardımlar, Bağımsızlık Savaşımızın finansmanında o dönem için önemli bir yer teşkil etmiştir.
  Bu dış yardımlar arasında “Buhara Cumhuriyeti” tarafından yapılmış olan para yardımı dikkat çekici ve gözden kaçan bir husustur. Bu konuda, Buhara Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu , 1972 yılında “Yakın Tarihimiz” dergisinde yayınlanan açıklamalarında; 1920 yılında ” Buhara Hanlığı”nın işgal edilerek bu hanlığın Sovyetlere bağlı, özerk bir cumhuriyete dönüştürülmesinden sonra Lenin ile görüşmek üzere Moskova’ya gittiğini burada, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yardım talepleri konusunda müzakerelerde bulunulduğunu söylemiştir. Lenin’e vakit geçirilmeden yardım yapılmasını önermiş ve gereken para yardımını yapabileceklerini belirttikten sonra yalnız para değil savaş malzemesi de gönderilmesi konusunda mutabık kaldıklarını nakletmiştir.
  Daha sonra gelişen olayları ise Osman Kocabey şöyle anlatmaktadır: ”Ayrıca paranın miktarını tespit etmek icap ediyordu. Bunu mütehassıslar tespit etsinler dedik ve bizim -aynı zamanda Hariciye Nazırı olan- Başvekil Feyzullah Hoca ile Rus mütehassıslardan mürekkep bir heyete havale ettik. Bu heyet uzun müzakereler sonunda yardım miktarını en az yüz milyon altın ruble olarak tesbit etti. Tekrar Lenin’le buluştuk. Lenin bu sefer yaptığımız konuşmada sözü tekrar para konusuna getirerek ne kadar verebileceğimizi sordu.” Yüz milyon ruble…” dedim. Lenin tekrar etti:”Yüz milyon mu?”"Evet… Derhal verebiliriz!” Çarlık zamanından kalma altın rublelerimiz çoktu. Buhara hazinesindeki bu paraya Ruslar el sürmezler, dokunmazlardı. Buhara bir Çar emâreti olduğu halde, idari ve mali işlerde müstakildi. Bu sebeple bizde altın haddinden fazla çoktu.”
  Lenin ile bu şekilde anlaşıldıktan sonra, Osman Kocabey’in Buhara’ya dönüşünün ardından Cumhuriyet Meclisinde konu görüşülmüş ve mecliste 100 milyon altın rublenin gönderilmesi itirazsız bir şekilde kabul edilmiştir. Fakat Ankara’ya ulaştırılmak üzere Rus hazinesine teslim edilen bu para Türkiye’ye yollanmamıştır. Komünist rejime geçmiş bulunan, iç ve dış problemlerle boğuşan Rusya, bu kadar yüklü bir meblağa daha çok ihtiyacı olduğundan paranın önemli miktarına el koymuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin para, silah ve cephane taleplerine karşı Sovyet Rusya, 1920 yılından itibaren başlamak üzere fasılalı olarak 1922′ye kadar 10 Milyon civarında altın ruble para yardımı yapmıştır. Bizim basınımızda ve tarih kitaplarımızda Milli Mücadelede “Rus para yardımı” olarak geçen bu olayda geriye kalan 90 Milyon ise “herhalde aracılık ücreti olarak” Ruslar tarafından açıkça gasp edilmiştir. Yakın zamanda yapılan çalışmalara göre Rus yardımının esas kaynağını oluşturan bu altınların bir kısmı Buhara Emiri Alim Han’ın Bolşevik ihtilali sonrası terk ettiği altınlardır. Bahsi geçen paranın neden Rusya aracılığı ile gönderildiği ve Rus hazinesine ne için teslim edildiği konusunda yapılan eleştirilerde gözden kaçırılmaması gereken nokta, Osman Kocaoğlu’nda ifadesinde görüleceği üzere içişlerinde serbest fakat dışişlerinde Sovyetlere bağlı olan Buhara Cumhuriyeti’nin topladığı yardımların Moskova kanalıyla gelmesinden başka yol yoktur. Zamanın şartları, yol güvenliği ve para miktarının çokluğu sebebiyle de Moskova’nın bilgisi olmadan gizli yollardan gönderilmeside mümkün değildir. Şüphe yok ki yeni kaynakların ve Rus arşivlerinin incelenmesiyle Rus yardımının iç yüzü daha da ortaya çıkacaktır.
Emre Gül-Dünya Bülteni / Tarih Servisi
Kaynaklar:
Atatürk Araştırma Merkezi, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C.1, s. 339-343., Ankara, 2006.

25 Aralık 2011 Pazar

Yoksulluğun Sebepleri

Hadîs-i şerîfde şöyle gelmişdir: (İnsana yoksulluk, yirmidört şeyden gelir:
1- Zarûret olmadan ayakda bevl etmek.
2- Cünüb olarak ta’âm yimek.
3- Ekmek ufağını, hor görüp basmak.
4- Soğan ve sarmısak kabuklarını ateşe atmak.
5- Büyüklerin önünde yürümek.
6- Babasını ve anasını adıyla çagırmak.
7- Agaç ve süpürge çöpü ile dişini karışdırmak.
8- Elini balçıkla yıkamak.
9- Eşik üzerine oturmak.
10- Bevl etdiği yerde, abdest almak.
11- Çanağı ve çömleği, yıkamadan ta’âm koymak.
12- Esvâbını üstünde dikmek.
13- Aç iken soğan yimek.
14- Yüzünü eteği ile silmek.
15
Evinde örümcek bırakmak.
16- Sabâh nemâzını kılınca mescidden acele çıkmak.
17- Pazara, erken gidip, geç dönmek.
18- Yoksul kimseden ekmek satın almak.
19- Babaya ve anaya, kötü düâda bulunmak.
20- Çıplak yatmak.
21- Kap kaçağı, örtüsüz bırakmak.
22- Çırağı, mumu üfleyerek söndürmek.
23- Her şeyi, bismillah demeden işlemek.
24- Şalvarını ayakda giymek.)



İslam Ahlakı S.283

Elime mi yapışır canım...

 Birisinden bir iş istediğimizde “Elime mi yapışacak canım, tabiki yaparım..” cümlesini sık sık duyarız. Bu deyimi araştırmak hiç aklıma gelmemişti.
 İlk olarak kim söylemiş… Ne üzerine söylemiş… Ancak aklıma şöyle bir şey geldi:
  Muhtemelen bu deyim sıklıkla nişanlılık döeminde, cicim aylarında, yahut eşinin bir dediğini iki etmeyen erkekler tarafından kullanılırdı.
  Çünkü bu sınıf erkeklerin haricindekilerden hanımları birşey istediklerinde, yapmamaları,günlerce süründürmeleri yada dayanamayıp sonunda sizin yapmanız şu düşüncelerinden kaynaklanırdı:
  “Şimdi kalkıp bu işi yapsam en iyi şekilde, layıkıyla yaparım. Hanım beğenir. Ondan sonra bu iş elime yapışır. Ömür boyu bana yaptırır. Zaten sabahtan akşama yorulmuşum… Bari biraz geciktirip sinirlendirelim ‘bu adamdan da birşey istemeye gelmiyor’ desin”
  Evet. Erkeklerin o zamanlar “elimemi yapışır canım” diyerek işe başlamalarının sebebi; kadınların bu düşüncelerini bildiklerini zannetmeleri olsa gerek.
  O zaman erkeklerin kullandığı deyim, zamanla insanların tenbelleşmesi, dostlukların menfaate dönüşmesi vb. sebeplerle herkesin dilinde dolanmaya başlamıştır.
  Tabi kaynaktan aldığım bir yazı değildir. Tamamen teoridir.

Perestu Sultan

Ravzay-ı Mutahhara

 Şu an Rasulün üstünü örten o yeşil kubbe, kubbe-i hadra’da tesadüfsüz alemde bize yaptırılmış.II.Mahmud Ravza yapılırken, yapan işçilerin hafızlardan seçilmesini istemiş.Ravzada çalışırken dünya kelamı konuşmamış işçiler. Birbirlerinden bir şey isterken sözleri Subhanallah veya Allahuekber olur, işin kalan kısımını işaret ve mimiklerle hallederlermiş. Dünyada bir eşi daha bulunmayan, sadece Ravza için özel olarak yapılmış, çinilerle süslü muhteşem mescidin mimari açıdan tek bir kusuru(!) var, biliyor musunuz? Yanındaki küçük minaresi yamuk! Yani dümdüz göğe yükselmiyor. Olur mu demeyin , gittiğinizde bakın. Hem de dışa doğru.  Ben,zamanla bu eğimin oluştuğunu düşünürken , asıl sebebini bir televizyon programından öğrendim. Efendim minareyi yapanlar şöyle düşünmüşler:
 Eğer bir gün Medine’de deprem olursa, sa…
 O depremde minare yıkılırsa, sa,sa…
 Amann , minare Rasulullah’ın üstüne düşmesin…

Oya KAYCIOĞLU

Malı Seviyorsan

Malı seviyorsan, yerine sarf et de sana sonsuz arkadaş olsun! Eğer sevmiyorsan, ye de yok olsun. Abdullah-ı Ensârî

Sultan Abdulhamid Han’ın Ruhaniyetinden İstimdad

Nerdesin şevketlim, sultan hamid han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
Şu nankör milletin bak günâhına.

Tahkire yeltenen tac-ü tahtını,
Denedi bu millet kara bahtını;
Sınad-ı sillenin nerm ve sahtını,
Rahmet et sultanım suz-i âhına.

Târihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek, ey koca sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyâsî padişâhına.

“Pâdişah hem zâlim, hem deli’ dedik,
İhtilâle kıyam etmeli dedik;
Şeytan ne dediyse, biz ‘belî’ dedik;
Çalıştık fitnenin intibahına.

Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz.
Tükürdük atalar kıblegâhına.

Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,
Bir sürü türedi, girdi meydana.
Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?
Yuh olsun bunların ham ervâhına!

Bunlar halkı didik didik ettiler,
Katliâma kadar sürüp gittiler.
Saçak öpmeyenler, secde ettiler.
Bir asi zabitin pis külâhına.

Bugün varsa yoksa …………..,
Şöhretinde herkes fuzuli dellal;
Âlem-i mânâ’dan bak da ibret al,
Uğursuz taliin şu gümrâhına.

Haddi yok, açlıkla derde girenin,
Sehpâ-yı kazâya boyun verenin.
Lânetle anılan cebâbirenin
Bu, rahmet okuttu en küstâhına.

Çok kişiye şimdi vatan mezardır,
Herkesin belâdan nasîbi vardır,
Selâmetle eren pek bahtiyardır,
Bu şeb-i yeldânın şen sabahına.

Milliyet dâvâsı fıska büründü,
Ridâ-yı diyânet yerde süründü,
Türkün ruhu zorla âsi göründü,
Hem peygamberine, hem Allâh’ına.

Sen hafiyelerle dem sürdün ancak,
Bunlar her tarafa kurdu salıncak;
Eli,yüzü kanlı bir sürü alçak,
Kemend attı dehrin mihr-u mahına.

Bu itler nedense bana salmadı,
Bahalıydı başım kimse almadı,
Seyrandan başkaca iş de kalmadı;
Gurbet ellerinin bu seyyahına.

Hoş oldu cilvesi Cumhuriyetin,
Tadı kalmamıştı Meşrutiyetin,
Deccal’a dil çalan böyle milletin,
Bundan başka çare yok ıslahına.

Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin
Âhiretten bile himmet eylersin,
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefâat kıl şâhım mededhâhına.

Rıza Tevfik BÖLÜKBAŞI

Şiirde geçen bazı kelimeler:

Bârîgâh: İzinle girilebilecek yüce makam.
Gümrâh: Kayıp yol, yolunu kaybetmiş.
Cebâbire: Zorbalar.
Şeb-i Yeldâ: Senenin en uzun gecesi.
Dehr: Zaman, uzun müddet, devir.
Mihr u mâh: Güneş ve ay.
Gavs-ı Ekber: Yardım eden Allah dostu, veli.
Mededhâh: Yardım isteyen.

Patrik Gregoryosun Mektubu

 Osmânlı devletinde Rus sefîri olarak uzun seneler çalısan Ignatiyef, hâtıralarında, sultân ikinci Mahmûd hân zemânında, Fener Patrikhânesinin kapısında asılan, 1237 [m. 1821] Rum isyânının baş plânlayıcısı, Patrik Gregoryosun Rus Çarı Aleksandra yazdıgı mektûbu açıklamakdadır. Mektûb ibret vericidir:
 “Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak gayr-i mümkindir. Çünki Türkler, müslimân oldukları için çok sabrlı ve mukâvemetli insanlardır. Gâyet magrûrdurlar ve izzet-i îmân sâhibidirler. Bu hasletleri, dinlerine baglılıklarından, kadere rızâ göstermelerinden, an’anelerinin kuvvetinden, pâdisâhlarına [devlet adamlarına, kumandanlarına, büyüklerine] olan itâ’at duygularından gelmekdedir.
 Türkler zekîdirler ve kendilerini müsbet yolda sevk-u idâre edecek reîslere sâhib oldukları müddetçe de çalıskandırlar. Gâyet kanâ’atkârdırlar. Onların bütün meziyyetleri, hattâ kahramanlık ve secâ’at duyguları da an’anelerine olan merbûtiyyetlerinden (baglılıklarından), ahlâklarının salâbetinden gelmekdedir.
 Türklerde evvelâ itâ’at duygusunu kırmak ve ma’nevî râbıtalarını (baglarını) kesr etmek (parçalamak), dînî metânetlerini (saglamlıgını) zâ’fa ugratmak (za’îfletmek) îcâb eder. Bunun da en kısa yolu, an’anât-i milliyye (millî geleneklerine) ve ma’neviyyelerine uymayan hâricî fikrler ve hareketlere alısdırmakdır.
 Ma’neviyyâtları sarsıldıgı gün, Türklerin kendilerinden seklen çok kudretli kalabalık ve zâhiren hâkim kuvvetler önünde zafere götüren asl kudretleri sarsılacak ve maddî vâsıtaların üstünlügü ile yıkmak mümkin olabilecekdir. Bu sebeble Osmânlı Devletini tasfiye için mücerred olarak harb meydânlarındaki zaferler kâfî degildir.
 Hattâ sâdece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyyet ve vekârını tahrîk edeceginden, hakîkatlerine nüfûz edebileceklerine sebeb olabilir.
 Yapılacak olan, Türklere birsey his etdirmeden, bünyelerindeki tahrîbi temâmlamakdır.”
Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye
S.534

Ey İnsan!

Ey İnsan! Evin, tarlan, bak sana zindân olmuş!

ardında koşdukların hep, sana düşman olmuş!

Olgunluk

Olgunlaştıktan sonra ağlamakla, ağlayarak olgunlaşmanın arasındaki farkı anladığın zaman; hayatının her anın yaşanmışlığını duyumsarsın.

Adalet Kasrı

Adalet Kasrı’nda padişah istediği zaman vezirlerin toplandığı salona açılan kafesli bir pencereden tartışmaları izlermiş. Fakat ilginç olan nokta şu ki, vezirlerin hiçbiri padişahın orada olup olmadığından haberdar olamazmış. Padişah eğer gelmişse, camı tıklatarak veya perdeyi kapatarak toplantıyı bitirirmiş. Padişahın orada olduğu da ancak böylece anlaşılırmış. Böylece padişahın herkesi gördüğü ama kimsenin padişahı göremediği ilginç bir gözetleme mekanizması kurulmuştur.
Mustafa Armağan/Osmanlı’yı İmparatorluk Yapan Şehir
S:32

Çok Güzel Müjdeler

Evliyânın büyüklerinden Hasan-ı Basrî hazretleri anlatır: Mûsâ aleyhisselâm Cenâb-ı Hakka sordu:
– Yâ Rabbî, hastaları ziyâret edenlere ne gibi ecirler verirsin?
Allahü teâlâ buyurdu:
- Analarından doğdukları günkü gibi günâhsız hâle getiririm.
Mûsâ aleyhisselâm sordu:
- Cenâzeleri teşyî edenlere ne gibi ecirler verirsin?
Allahü teâlâ buyurdu:
- Onlar öldüğü zaman cenâzelerine katılmak üzere melekler gönderirim. Önce kabre kadar onu teşyî ederler. Yanında bulunup onu uğurlarlar. Daha sonra kıyâmet günü de mahşer yerine teşyî ederler.
Mûsâ aleyhisselâm sordu:
- Musîbetlere düçâr olanlara tâziyede bulunanlar için ne gibi ecirler verirsin?
Allahü teâlâ buyurdu:
- Hiçbir himâyenin bulunmadığı ve ancak benim himâyemin bulunduğu kıyâmet günü, onları himâyeme alırım.

Kanserin Korkulu Rüyası ‘SEVİMİLİ BIDIKLAR’

  İki saygın ABD üniversitesi; California ve Stanford tarafından yapılan araştırma, hayvan sevmenin insanların bağışıklık sistemini güçlendirdiği ve bunun kansere karşı direnci artırdığını ortaya koydu. Araştırmada, kedi ve köpeklerle oynayarak büyüyen çocukların daha sağlıklı ve bünyelerinin daha güçlü olduğu belirtilerek, “Hijyenik ve steril ortamlarda büyümek insanların bağışıklık istemini daha kırılgan yapıyor. 4 bin kişi üzerinde yapılan çalışmalarda, kedi-köpek sahibi olanların bünyelerinin, hayvan sahibi olmayanlara göre yüzde 30 daha güçlü olduğu görüldü” dendi.

Hangi Batıyı Örnek Alıyoruz? Demokrosiyi Özünde Yaşayan Batıyı mı Yoksa….

15 Eylül 2008 Pazartesi 11:10
İngiltere’de Müslümanların yoğun olarak yaşadığı beş büyük kentte şeriat mahkemelerinin oluşturulduğu açıklandı.
Sunday Times’ın konuyla ilgili haberinde, İslami yasaların İngiltere’de uygulanmaya başladığı duyurulurken, mahkemelerin sadece hükümet tarafından onaylanan şeriat yargıçlarınca kurulabileceğine ve kararlarının da bölge mahkemeleri ile Yüksek Mahkeme’nin onayıyla yürürlüğe girebileceğine dikkat çekildi.
  Buna göre başkent Londra başta olmak üzere, Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Birmingham, Bradford, Manchester, Warwickshire’da bölge mahkemelerinin bünyesinde hizmet verecek olan şeriat mahkemeleri, boşanma, aile içi şiddet, mali anlaşmazlıklar gibi sosyal konularda söz söyleme hakkına sahip olacak.
BU BİR İLK Kararları bölge mahkemesi ve Yüksek Mahkeme’nin onayıyla geçerli sayılacak olan şeriat mahkemeleri, bir ilki oluşturuyor.

  Times, şeriat mahkemelerinin sisteme resmen konulmasının ardında, Müslüman toplumlar arasında daha önce de yapılan uygulamanın resmi denetime tabi tutulması arzusunun bulunduğunu yazdı. Gazete, daha önce şeriat mahkemeleri adıyla halk arasında faaliyet gösteren yapıların aldığı kararların resmi hukukta hiçbir yeri bulunmadığını hatırlattı.
 Şeriat mahkemelerinin kararlarının uygulanması için Müslüman davalı ve davacının her ikisinin de rızasının gerektiği kaydedildi.
2 MAHKEME DAHA KURULACAK Gelecek dönemde Glasgow ve Edinburgh’da iki şeriat mahkemesinin daha kurulmasının düşünüldüğünü belirten The Sunday Times, uygulamanın başlatılmasıyla ilgili ilk önerinin bundan 7 ay önce Anglikan Kilisesi lideri Canterbury Başpiskoposu Rowan Williams tarafından ortaya atıldığını da hatırlattı.
LORD DESTEKLEDİ

 Bu görüşe ilk destek verenlerden biri de İngiltere’de Adalet Bakanlığı müsteşarı yetkileriyle donatılmış olan Lord Phillips oldu. Phillips, şeriat hükümlerinin medeni hukukla ilgili konularda ve mali anlaşmazlıkların çözümünde kullanılmasının mümkün olduğunu belirtmişti.
 Bu arada İngiltere’de aralarında muhalefetin de bulunduğu bazı çevreler ise şeriat mahkemelerinin kurulmasının ülkede hukuk sistemine paralel ikinci bir hukuk sisteminin doğmasına neden olabileceğine dair endişelerini dile getiriyor.

Ziynet

İmam-ı Zehebi buyuruyor ki: Erkeklere ziynetini gösteren kadınlara Allahü teâlâ dünyada ve ahirette azap edecektir.

Binlerce Top ve...

Binlerce top ve tüfek, yapamaz aslâ,
Gözyaşının seher vakti yapdığını,
Düşman kaçıran süngüleri, çok def’a,
Toz gibi yapar, bir mü’minin düâsı.

Huda Rabbim...

Hudâ Rabbim, nebîm hakkâ Muhammeddir Resûlallah,
hem islâm dînidir dînim, kitâbımdır kelâmullah.
Akâidde, ehl-i sünnet oldu mezhebim, hamdolsun,
amelde, Ebû Hanîfe mezhebi, mezhebim vallah.

Dahî zürriyyetiyim Âdem aleyhisselâmın hem,
Halîlin milletiyim, dahî kıblem Ka’be, Beytullah.
Hep eshâb-ı güzîn, tâbi’in ve müctehidlerin,
nekim var ehl-i sünnet vel-cemâ’at, cümle ehlullah.

Turunç Reçeli

 …Özen geösterilen hususlardan bir diğeri de, aşırı et tüketimi yüzünden bozulmaya meyyal sindirim sistemini düzeltmek için sofra da tatlı olarak muhakkak ‘turunç reçeli’ bulundurmaktı.
Mustafa Armağan/Osmanlı’yı İmparatorluk Yapan Şehir
S:181

Osmanlı’da Hacı Uğurlama

  Hacca gemilerle gidilir ve mutlaka Cuma günü yola çıkılırdı. Uğurlamaya gelenler yanlarında beş on simit getirir, ikiye bölerek yarım simitleri hacı adaylarına verir, diğerlerini yanlarına alırlardı. Bununla, yarım simitler yendikçe telefon ahizelerinin iki ucundaki insanlar gibi, aynı frekansta buluşulacağı ima ediliyordu.

Edison’un İtirafı

  Edison’un en yakın mesâi arkadaşı olan Martin Andre Rosonoff şu hatırayı anlatıyor:
  “Bir gün laboratuvara girince, Edison’un kendisinden geçmiş çok dalgın bir halde hiç kımıldamadan elinde tuttuğu bir kaba baktığını gördüm.Yüzünde büyük bir hayret, bir hürmet, takdir ve ta’zim ifadesi vardı. Yanına tam yaklaşıncaya kadar, geldiğimin farkına varmadı. Sonra beni yanında görünce, elindeki kabı bana gösterdi. Kab, civa ile doluydu.

 Bana “şuna bak!” dedi. “Bu ne muazzam bir eserdir. Sen civanın hârikulade bir şey olduğuna inanır mısın?”
 Ben; “civa, hakikaten hayrete değer bir maddedir.” diye cevap verdim. Edison konuşurken sesi titriyordu. Bana;
 “Ben civaya bakınca bunu yaratanın büyüklüğüne hayran oluyorum. Buna ne türlü hassalar vermiş? Bunları düşündükçe aklım başımdan gidiyor.” diye mırıldandıktan sonra tekrar bana döndü;
 “Dünyadaki bütün insanlar bana hayrandır. Benim yaptığım bir çok keşifleri, bir çok yeni buluşları birer hârika, birer başarı sanıyorlar. Beni insan üstü bir varlık gibi görmek istiyorlar. Halbuki ne büyük yanlış! Ben, beş para bile etmeyen bir bulucuyum. Benim buluşlarım esâsen dünyâda bulunan, fakat, o zamana kadar insanların görmedikleri büyük hârikaların ancak ufacık bir kısmını meydana çıkarmaktan ibarettir. ‘Bunu ben yaptım!’ diyen bir insan, ancak en büyük yalancı, en büyük budaladır. İnsan, elinden hiç bir şey gelmeyen âciz bir yaratıktır. Ancak bir parça konuşabilen, biraz düşünebilen bir mahluktur. İyi düşünse, kibre kapılmaz, aksine, ne kadar boş olduğunun farkına varır.İşte bende bunları düşündükçe, ne kadar kudretsiz, ne kadar âciz,ne kadar zayıf bir yaratık olduğumu anlıyorum. Ben mûcidim ha! Asıl mûcid, asıl yaratıcı işte O’dur. Allah’dır.“dedi.”

Fetihten Sonra Kız Kulesi

  İstanbul’un fethinin ardından Kız Kulesi’nin bulunduğu yerde Fatih’in sağlam bir kale yaptırdığını ve içine toplar yerleştirdiğini, buradan geçilerin dur ihtarına uymaması halinde topların ateşlenerek gemilerin püskürtüldüğünü Fatih’in çağdaşı ve tarihçisi Tursun Beğ anlatıyor.
 Kale işlevinin azaldığı yıllarda toplar bu defa merasimlerde kullanılmış. Önemli birm devlet adamının şehri ziyaretinde, yeni bir padişahın tahta çıkışında veya saltanat kayıkları yakınından geçtiğinde Kız Kulesi’nin suskun topları saygıyla gümbürder, böylece kulenin varlığını bütün cihana duyururlarmış.
 Mustafa Armağan/Osmanlı’yı İmparatorluk Yapan Şehir
 S:27

Fethin Gecikmesinin Sırrı


Şehrin içinde aşk-ı ilahî ile cezbeye kapılmış bir can varmış ki, her gün fetih olmasın diye dua edermiş. Kalenin bu kadar top ateşine dayanmasına ve muhasaranın uzamasına o sebep olmuş!..
 Fetih günü Sultan Mehmed Ayasofya’ya girdiğinde Terler Direk denilen yerde ilahi bir nurun titreştiğini görmüş. Yanına varmış ki bir beyaz kartal vücut kıbleye dönük halde yatar; göğsünde kırmızı ile ‘Yavedud’ yazılı… Padişahın yanında bulunan yetmiş adet evliya buyurmuşlar ki; “İşte padişahım İstanbul’un fethini elliüçüncü günde rica eden ve bugünde ruhunuteslim eden meczup budur.”
  Hemen alimler ve sâlihler cesedi gasl etmek istediklerinde; “merhum gasl edilmiştir, hemen defn edin” diye bir seda gelmiş… Hayret içinde tabuta koyup iskeleye indirmişler, tabutu kayığa bindirmişler; kayık kürek çekmeden ve yelken açmadan berki hâtıf gibi yürüyüp Eyüp civarında Ayvansatay dışında karaya yanaşmış. Bakmışlar ki bir kazılmış hazır kabirvardır. İçinden ‘Yavedud’ diye ses gelir, meczubu bu kabre defn etmişler.
 Bugün o semt “Yavedud İskelesi” diye anılır. Sahil boyunca uzanan caddenin üzerinde de Yavedud Sultanın sembolik kabri vardır.

Hak teala...

Hak teâlâ intikâmını, kul eli ile alır.
İlm-i hâli bilmeyenler, onu kul yaptdı sanır.

İnsan Beşer,Durmaz Şaşar

İnsan beşer, durmaz şaşar, eyler hatâ, üçer beşer,
Düz ovada yürür iken, ayağını sürter, düşer.

Olma Mağrur

Mâl-ü mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi?

Bir muhâlif yel eser, savurur harman gibi!

Japonya'nın Sırrı

Japonya’da yağış mikdarının yüksek olması sayesinde ormanlar ağaç kesimlerinden sonra kendilerini hızla yenilerler. Binlerce yıldır yoğun insan kalabalıklarının yaşadıpı bir yer olmasına karşın, Japonya’yı gören herkesi şaşırtan şey yeşilliğidir. Çünkü topraklarının %70′i hala ormanlarla kaplıdır.

Japonya'da Arkeoloji

Japonya’da kazılarda bulunanlar ne kadar eski olursa olsun, bugünkü Japonların ataları tarafından bırakılmış emanetler olduğuna inanılır. Halk arkeolojiye dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar ilgilidir. Her yıl Japonlar 10.000′den fazla kazı yaparlar. Çalışan işçiler 50.000′i bulur. Kazı haberler televizyonlarda ve büyük gazetelerin 1.sayfalarında her gün yer alır.

Japonya’nın en önemli arkeolojik anıtları olan M.S. 300 ile 686 yılları arasında inşa edilmiş, geçmişteki imparatorlardan ve onların ailelerinden kalan emanetleri barındırdıkları düşünülen dev büyüklükde 158 kofun (tümülüs) mezar bugün hala imparatorluk ailesinin mülküdür. Mezarlarda kazı yapmak yasakdır. Çünkü bu kutsal olana saygısızlık anlamına gelir.
Japonya’daki “burun mezarlarında” bugün hala 16. yüzyılda Kore’de Japon işgali sırasında 20.000 Koreli’nin savaş ganimeti olarak kesilen ve Japonya’ya getirilen burunları bulunmaktadır.

Buhari-i Şerif

“… Memlekette bir hastalık olduğu zaman tekkede Buhârî-i Şerif, Hızb-el-Bahr okunurdu. Babam, Buhârî-i Şerif-i hususi suretde bastırmış, bütün Müslüman memleketlere, camilere hediye etmiştir..”

Ayşe Osmanoğlu/Babam Sultan Abdulhamid

...

Mutluluk top gibidir. Yuvarlandığında arkasından koşar, durduğunda ayağımızla tekmeleriz.

Emirgan

Sultan IV. Murad Revan seferinden dönerken Revan kalesi muhafızıEmirgûneoğlu’nu rehine olarak İstnabul’a getirmiş; Emirgan’da bir köşktahsis etmişti. Nitekim bu semtin adı oradan gelir.

Dünden Bugüne/Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci

Konstantinopolis

 İmparator Konstantinus, Roma İmparatorluğu’nu daha rahat idare edebilmek amacıyla doğuda, Roma dışında 2. bir başkent kurma girişimlerinde bulunur.
 330 yılının Mayıs ayında İkinci Roma, Yeni Roma veya Konstantinopolis adı ile kurulur.
İmparatorluğun çeşitli yerlerindeki nüfus, yeni bir başkentin inşası ve kentsel anlamda çalışması için zorla göç ettirilir. Hatta kente gelmeyi cazip hale getirmek için, uzun yıllar ekmek bedava dağıtılır. Roma’dan gelecek yöneticilere de deniz manzaralı villalar yapılır.

İlk Namaz

 Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’u feth ettikten sonra;
 Alay bugünkü şehremini semtine gelmişti ki öğle ezanı okunmaya başladı. Bu, surlar üzerinde askerler tarafından okunan fetih ezanından sonra İstanbul’da okunan ilk ezandı. Sultan hemen atından indi, ulemadan Akşemseddin Efendi’nin imametiyle, orada, kalabalık bir cemaatle nemaz kıldı. Nemazdan sonra, seccadesinin serildiği yere bir hatıra olarak kendi adını ve süratle küçük bir camii yapılmasını emr etti. Bir kaç gün içinde temamlanan ve halk arasında Şehremini Camii adıyla anılan bu tarihi mabed, mimari bir kıymet taşımadığından ötürü fethin 500. yılına yaklaşıldığı sıralarda, İstanbul Belediyesi tarafından yıktırılıp meydancık açıldı.

Osmanlı da İlk Bayrak

İlk Osmanlı bayrağı, Selçuklu Sultânı Alâeddîn tarafından Osman Gazi’ye gönderilen alemin beyaz renkte olmasından dolayı beyaz idi. Bu beyaz sancak, Osman Gazi ve Orhan Gazi zamanlarında kırmızı haip bayrağı kullanılmasına rağmen, Yavuz Sultan Selim devrine kadar muhafaza edilmiştir. Yeşil Sancak ise, Fatih devrinde padişahın gemiye bindiği zaman geminin arkasına takılmak üzere kullanılırdı. Osmanlı bayraklarına hilal konması Orhan Gazi devrinde başlamıştır. 3 hilal ise Fatih’in ilk sikkelerinde ve bundan sonraki yeşil sancaklarda kullanılmıştır.

...

Düşünmeden öğrenmek faydasızdır, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir.

...

Aşkın gözü kördür…Çünkü kalp yandığı zaman dumanı gözlere kaçar…

Yerin Kulağı Vardır

Bir dönem şüpheli paket paranoyası vardı hepimizde. Nerde sahipsiz poşet koli görsek “hepimiz öleeceez!” çığlıklarıyla kaçışırdık. Bomba imha ekipleri patlatırdı, bazen tarhana saçılırdı, bazen don fanila. Şimdilerde yerini ‘telefonumu dinliyorlar mı ki?’ aldı! İncir yerken kurt paranoyası yapmak bile yanında hafif kaldı. Elektrik, su faturaları dışında devletle bir ilişkisi olmayanlar bile “yav telefonum dinleniyor galiba hışırtı var’’ diye tedirgin. Hatta işi abartanlar “ya var ya, şu an beni kim dinliyorsa ben onun!” diye sayıp sövüp konuşmaya öyle devam ediyor. Dün bir arkadaşı aradım “senin şu fındıklı kekin tarifini versene” diye, “o tarif çok gizli, buradan vermem doğru olmaz, daha güvenli bir ortamda!” falan dedi! Benim kedi bile kuyruğuna jammer olmadı frekans karıştırıcı takmaya niyetli. Bu ne yahu?

“Dostum da düşmanım da dinleyip, izleyebilir. Kimseden saklı ve gizlimiz yok” diyebiliyorsan, dinlesinler sana ne? Yarası olan gocunsun. Hele de siyasetçiler, dürüst olduğunu iddia edenler! Kiramen katibinden korkmuyorlar, telekulak’tan korktukları kadar. Kanundan, adaletten, milletten gizli neyi olabilir ki kanun adamlarının, devlet hükümet adamlarının? Kaçakçı, çeteci, rüşvetçi olsalar anlayacağım niye itiraz ettiklerini…

Ayrıca biz buna yabancı değiliz ki. Halkımızda telefon, kapı, duvar dinlemek alışkanlıktır. Hiç yan, arka masadaki konuşmaları dinlemek için yana kaykılmış oturan görmediniz mi? Veya siz yapmadınız mı? Komşuda çıt çıksa bardağı kaptığınız gibi dinlemeye koyulmadınız mı?

Bırakın dinlesinler. Edirnekapı Camii imamı olmasak da az buçuk biliyoruz; bu dünyadaki her hareketimiz kayıt altına alınıyor. Yaradana karşı alnın aksa yaratılandan ne korkuyorsun?

Zaten komplo teorisi dinlemekten bıkmıştık bir de başımıza bu çıktı. Millet ‘beni kim dinliyor, neden dinliyor, beni kim dürttü’ diye kendini yiyiyor. Herkes ikinci sınıf Amerikan korku film afişlerindeki gibi; “içimizden biri katil ama hangisi?” diye sorar bakışlara! Telaşa mahal yok. Telefonunuzun dinlendiğini anlamak için; leğene yarıya kadar su doldurun. İçine yüz gram ısırgan elli de Fülfül çiftebülbül otu katın. Güneş tam tepedeyken bir ayağınızı suya daldırın, diğerini bayıra nazır kaldırın. Cep telefonunuzla da dokuzu tuşlayın. Hah, bunları yapın sizi dinleyenleri bulacaksınız. Tarkan’ı dinleyenleri, yüreğinin sesini dinleyenleri dahi duyacaksınız… Hatta Şirinleri bilemm göreceksiniz arkadaşım şaşırmayın!


Ni­nem diyor ki: Korkunun ecele faydası yok.

Halime Gürbüz/Türkiye Gazetesi 12.04.10

Kanunlar

Amerikan Yüksek Mahkemesi başkanı John Mashall, raftaki ağır ve kalantor hukuk kitaplarıyla birlikte merdivenden düştüğünde şöyle demşti; “Böyleolacağı beliydi; yıllarca kanunları çiğnedim şimdi de kanunlar beni çiğnedi.”

Giresun

Giresun (Kerasus) şehrinin ismi Kiraz kelimesinden türemiştir. Bu meyvenin buralarda bol miktarda yetişmiş olması bu ismi almasına sebep olmuştur.

Fotoğraf

Fotoğraf sözcüğü eski yunanca da “ışıklı resim yapmak” anlamına gelir.

Osmanlı Nasıl Severdi?

Lady Montaguen İngiltere’den arkadaşına mektup:

16.Mart.1718
“Nihayet bana yerine getirebileceğim bir görev verdiniz. Fakat bunun sandığınız kadar kolay bir iş olmadığını da söylemeliyim. Eğer başka yabancılara nisbetle daha meraklı olmasaydım yine reddetmek zorunda kalacaktım. İstediğiniz ‘aşk mektubunu’ elde ettim. Küçük br kutu içindedir. Onu size, bu mektubumla birlikte gelecek olan Symriniote gemisinin kaptanına veriyorum. Tercümesi de aşağıdadır.

Torbadan çekeceğiniz ilk parça küçük br inci olacaktır. Bunu şu şekilde manalandırın: İnci, sensin güzellerin genci…”

Lady bundan sonra sevgiliye gönderilen objelerin ne manaya geldiğini sıralar:

Pul, Derdime derman bul.
Kağat(Kâğıt), bayılırım saat saat.
Sabun, derdinden oldum zebun.
Gül, ben ağlarım, sen gül.
Çuha, üstüne bulunmaz baha.
Tarçın, sen gel, ben çekeyim senin harcın.
Sırma, gözünü benden ayırma.
Saç, başımasın taç.
Tel, ölüyorum tez gel.

ve devam ediyor “görüyorsunuz bunlar şirler şeklinde… Türklerde böyle bir milyondan fazla mısra var. Bir renk, bir çiçek, bir ot, bir meyva, bir taş parçası, bir tüy yoktur ki, kendine has bir anlamı ve mısrası olmasın.

Geçmişe Mazi Derler/Ahmet Sarbay
S.87

Ölüm Hak. Miras Helal mi?

Atatürk’ün mal varlığının iki kaynağı vardır. Biri Hindistan’dan Milli Mücadele’ye yardım için Atatürk’ün şahsına gönderilen paradır.


”Hindistan’dan gönderilen para 500-600.000 lira civarında bulunduğu sayılıyor. Atatürk bu paranın 500.000 lirasını Büyük Taaruzdan önce, maliyenin karşılayamadığı bazı özel giderler için Garp Cephesi Kumandanlığı emrine vermişti.Zaferdensonra bu 500.000 liranın 380.000 küsur lirası, bir Bakanlar Kurulu kararı ile kendisine geri verildi. Bu paranın 250.000 lirası, Atatürk’çe İş Bankası’na sermaye olarak verilmişti. Yine bu paranın bir kısmıyla çiftlikler alındı…


…İkinci kaynak, Mısır eski Hidivi Abbas Hilmi Paşa’nın Türk uyrukluğuna girmesi münasebetiyle, Cumhuriyet Halk Partisi’ne bağışladığı 900.000 lira civarındaki paradır.” Mazhar Leventoğlu – Atatürk’ün Vasiyeti/Şevket Süreyya Aydemir – Tek Adam,


5 Eylül 1938 tarihli vasiyetnamesinde Atatürk İş Bankası’ndaki hisselerinin yarısını CHP’ye, diğer yarısını ise Dil ve Tarih Kurumlarına bırakmıştı….


Ahmet Turan Alkan
Kurşun Kalem Yazıları s.59

Valide Sultan İsimlerinin Manaları

Hayme: Koruyup Kollayan
Halîme: Huyu yumuşak, sert ve hiddetli olmayan
Mâl,Mâlhun: Al yanaklı
Nilüfer: Geniş yapraklı, durgun sularda yetişen bir su bitkisi
Gülçiçek: Gül gibi taze, çiçek tazeliği taşıyan
Devlet: Kuvvet, nüfus, servet, baht
Emine: Güvenilir, inanılır, emniyetli
Hadice: Önce doğan kız çocuğu
Hümâ: Güvercin büyüklüğünde, zümrüt yeşili renkli, üzerinden geçtiği kişilere zenginlik ve mutluluk getireceğine inanılan kuş, devlet kuşu
Gülbahar: Bahar gülü
Ayşe: Hayat, dirilik, bolluk içinde rahat yaşayan, nasipli, rızıklı
Hafsa: Dişi arslan yavrusu, toplayan, birleştiren
Hürrem: Gönül açıcı, sevinçli, taze, şen, güler yüzlü
Nurbânu: Nurlu hanım
Safiye: Katıksız, duru, temiz, saf
Handan: Gülen, güleç, şen
Mahfirûz: Parlak ay
Mahpeyker: Ay yüzlü, parlak, güzel ve nur yüzlü
Terhan: Soylu,seçkin
Saliha: Dinine bağlı, faziletli
Dilâşûb: Gönül karıştıran
Muazzez: Saygı duyulan, saygı ile karşılanan, izzetli
Mehpâre: Ay parçası, güzel
Emetullah: Allah’ın kulu, kölesi
Râbia: Dördüncü
Gülnûş: Gül içen
Sebkatî: Geçen, ilerleyen
Şehsuvar: Usta ve cesur binici, önde giden
Mihrişah: Şahın güneşi, sevgilisi
Şermî: Utangaç, mahcup
Sineperver: Gönül seven
Nakşıdil: Gönül süsü
Bezmialem: Herkesi neşelendiren
Pertevniyâl: Işık fidanı
Şevkefzâ: Şevklendiren, neşeartıran
Tirimüjgan: Ok kirpikli
Rahîme: Merhametli
Perestû: Çok sevilen, kırlangıç (piristû)
Gülcemâl: Gül gibi, gül yüzlü
Fâtıma: Sütten çeşme, kendisi ve nesli cehennem ateşinden kesilmiş
Gülistû: Güllük, gül bahçesi (gülistân)

Valide Sultan

   Valide Sultan                                            Padişah Olan Oğlu
1- Halime Hatun                                      Sultan Osman Gazi
2- Mâl Hatun                                           Sultan Orhan Gazi
3- Nilüfer Hatun                                       Sultan I. Murad Han
4- Gülçiçek Hatun                                     Sultan Yıldırım Bayezid Han
5- Devlet Hatun                                       Çelebi Sultan Mehmed Han
6- Emine Hatun                                       Sultan II. Murad Han
7- Hümâ Hatun                                        Fatih Sultan Mehmed Han
8- Gülbahar Hatun                                    Sultan II. Bayezid Han
9- Ayşe Gülbahar Hatun                            Yavuz Sultan Selim Han
10- Ayşe Hafsâ Sultan                              Kanuni Sultan Süleyman Han
11- Hurrem Haseki Sultan                          Sultan II. Selim Han
12- Nurbânu Valide Sultan                         Sultan III. Murad Han
13- Safiye Valide Sultan                            Sultan III. Mehmed Han
14- Handan Valide Sultan                          Sultan I. Ahmed Han
15- İsmi Bilinmeyen Valide Sultan                I. Mustafa Han
16- Hadîce Mahfirûz Valide Sultan                Sultan II. Osman Han
17- Mahpeyker Valide Sultan                       Sultan IV. Murad Han
                                                              Sultan İbrahim Han
18- Hadice Terhan Valide Sultan                  Sultan IV. Mehmed Han
19- Saliha Dilâsûb Valide Sultan                  Sultan II. Süleyman Han
20- Hadice Muazzez Sultan                         Sultan II. Ahmed Han
21- Mehpare Emetullah Rabiâ Gülnuş           Sultan II. Mustafa Han
                                                              Sultan III. Ahmed Han
22- Saliha Sebkatî Valide Sultan                  Sultan I. Mahmud han
23- Şehsuvar Valide Sultan                         Sultan III. Osman Han
24- Mihrişah Emine Sultan                          Sultan III. Mustafa Han
25- Rabiâ Şermi Sultan                              Sultan I. Abdulhamid Han
26- Mihrişah Valide Sultan                         Sultan III. Selim Han
27- Ayşe Sîneperver Valide Sultan               Sultan IV. Mustafa Han
28- Nakşıdil Valide Sultan                          Sultan II. Mehmed Han
29- Bezmialem Valide Sultan                     Sultan Abdülmecid Han
30- Pertevniyel Valide Sultan                     Sultan Abdülaziz Han
31- Sevkefzâ Valide Sultan                        Sultan V. Murad Han
32- Tirimüjgan Sultan                                Sultan II. Abdülhamid Han
33- Gülcemâl Sultan                                 Sultan Mehmed Reşat Han
34- Fâtıma Gülistû Sultan                          Sultan Mehmed Vahîdeddin Han

Türk denizcilere ‘one minute’ cezası

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos Zirvesi’nde kullandığı , “One minute” sözünü İsrail’de sarf eden 6 Türk denizcisi, çarptırıldıkları ceza ile neye uğradıklarını şaşırdı. Ukrayna’dan aldıkları demiri Malta bayrağı ile İsrail’in Asdod Limanı’na götüren “İstanbul” isimli gemi, burada limana yanaştı. Gemide bulunan Gv stajyeri İsmail Cem Köse, fiter Erdinç Uzun, yağcı Şenol Acar, yağcı Hasan Turan, vardiya zabiti Hasan Güvel ve makine zabiti Mahmut Kuzgun, limana çıkarak bir internet kafeye gitti. Burada kimlik kontrolü yapan polisler, gemi kaptanı Okan Özalp’ın iddiasına göre Türk olduğunu öğrendikleri gemicilere sert davrandı. Maruz kaldıkları muamele karşısında tepki gösteren ve İsrailli polislere, “One minute” diyen 6 gemici, bulundukları yerden uzaklaştırılıp gemiye geri gönderildi.

Bundan 25 gün sonra aynı gemi yine İsrail’in Ashdod Limanı’na bir yük nakliyesi için geldi. Karaya çıkmak isteyen personel arasında bulunan ve daha önceki olayda, “One minute” diyen 6 Türk gemiciye, 10 yıl boyunca İsrail topraklarına ayak basmama cezası verildiği öğrenildi.



Olayı çifte standart olarak değerlendiren gemi kaptanı Erözalp, “İsrail polisinin sırf Türk oldukları için gemi personeline takındıkları bu tavır son derece yanlış” dedi. “One minute İsraillilerin içine çok oturmuş” diyen Erözalp, “One minute’ın arkasının da gelmesi lazım. Hiçbir Türk vatandaşının İsrail polisinin olumsuz tutumu ile karşılaşmaması lazım” diye konuştu.

Kadınlar ve Erkekler

(…Kadınlar hakkında doğru bilinen yanlışlar)
YANLIŞ: Çok ilgi gösterirseniz sıkılır…
DOĞRU: Sizi seviyorsa ilgi ve sevgiden mutlu olacaktır…

YANLIŞ: Ne de olsa kadın, ne kadar zeki olabilir ki?…
DOĞRU: Suya götürür, susuz getirir…

YANLIŞ: Kadın milleti kaprislidir…
DOĞRU: Kadın kaprisi, karşı tarafın samimiyetsizliğinden kaynaklanır…

YANLIŞ: Kadın milletine güvenilmez…
DOĞRU: İlgi ve sevgi görüyorsa gözü erkek sinek bile görmez…

YANLIŞ: Her haltı yerim ruhu bile duymaz…
DOĞRU: Hissediyorlar dostum, bizim bilmediğimiz farklı bir duyu organları var…

YANLIŞ: Yalanımı yüzüme vurmadıysa anlamamıştır…
DOĞRU: Yalanların yüzde doksanı itinayla hissedilir, yüzde onu bildirilir…

YANLIŞ: Sürekli ilgiye ihtiyacı vardır…
DOĞRU: Sevildiğinden eminse ihtiyaç duymaz. Şüpheleri varsa, kendini haksız çıkarma umuduyla ilgi işaretleri bekler.

YANLIŞ: Güzel baktığımı söylüyor, hep etrafa bakayım…
DOĞRU: Çok güzel bakıyorsun diyorsa “Sadece bana bak” diyordur…

YANLIŞ: Kadın anlaşılacak, çözülecek bir şeydir…
DOĞRU: Kadın yaşanacak bir şeydir…

Türkiye Gazetesi 13.04.10

Perestu Valide Sultan

Sultan Abdülmecid Han’ın hanımı, Sultan Abdülhamid Han’ın annesiTirimüjgan Sultan genç yaşta veremden vefat edince , Sultan AbdülmecidHan’ın hanımı Perestû Valide Sultan II. Abdülhamid Han’a annelik yapmıştır.


II. Abdülhamid Han tahta çıkınca Perestu Valide Sultana gidip “Siz annessizliğimi bana bir gün hissettirmediniz. Nazarımda öz annemden farksınız yoktur ve mevkiniz Valide Sultan mevkiidir…” deyip Topkapı sarayına getirmiştir.


Sultan Aziz’in kendsine ihsan ettiği Maçka’daki evine gitmek istediğinde Abdülhamid Han izin vermeyip yanında bulunmasını istermiş.


Ancak Perestû Kadınefendi evni çok sevdiğinden gizlice gidermiş. Yine gizlice gittiği bir gün Maçka’dak evinde vefat etmiş.


Valide Sultan: Oğlu Padişah olan kadınlara verilen isim.

Kabir Ziyareti

İmam-ı Birgivî (Etfâl-ül müslimîn) risalesinde, (Bir mü’minin kabrini ziyâret ederken, Yâ Rabbî! Muhammed aleyhisselam hürmetine, buna azâb yapma denirse, Allahü teala, kıyâmete kadar azâbını durdurur.) hadis-i şerifini yazmaktadır.

Buhâri


Buhârinin, Ebû Hüreyreden ‘radıyallahu anh’ haber verdiği hadis-i şerifte,

“Allahü teâlâ, kulum farzları yapmakla bana yaklaştığı gibi başka şeyle yaklaşamaz. Kulum nâfile ibâdetleri yapınca onu çok severim. Öyle olur ki, benimle işitir. Benimle görür. Benimle herşeyi tutar. Benimle yürür. Benden her ne ister ise veririm. Bana sığınınca, onu korurum buyurdu.” denilmektedir.

Müjde

İmam-ı A’zam hazretleri son haccında, Ka’be-i mu’azzama içine girip burada iki rek’at namaz kıldı.

Nemazda bütün Kur’an-ı Kerimi okudu. Sonra ağlayarak ( Ya Rabbi! Sana lâyık ibâdet yapamadım. Fekat senin akl ile anlaşılamıyacağını iyi anladım. Hizmetimdeki kusurumu, bu anlayışıma bağışla!) diyrerek dûa etdi.

O anda bir ses işitildi ki, ( Ey Ebû Hanîfe Sen beni iyi tanıdın ve bana güzel hizmet etdin. Seni ve kıyamete kadar senin mezhebinde olup, yolunda gidenleri afv ve magfiret etdim) buyruldu.

II. Abdulhamid Han'ın Hafızası

Sultan, 19'uncu Asrın son yıllarında kabul ettiği bir sefire soruyor:


-Ekselans sizi gözüm ısırıyor! Acaba nereden görmüş olabilirim?


-Görmüş olabileceğinizi zannetmiyorum, haşmetmeâb; belki yarım asırdan beri memleketinize ayak basmış değilim!..


-Demek yarım asır kadar evvel buradaydınız!..


-Evet, haşmetmeâb; muhterem pederiniz Abdülmecîd Hân devrinde babam sefarethanenin birinci katibiydi. Bir gün elçilik heyetiyle beraber huzur-u şahaneye kabul edildiğimiz zaman ben de babamın yanındaydım ve 9 yaşlarında bir çocuktum


-Tamam! Ben de o zaman 10 yaşlarında var – yoktum ve kafes arkasından elçilik heyetini seyrediyordum. Demek sizi o zamandan hatırlıyorum!..


9 yaşlarında bir çocuğu, aradan 50 yıl geçtikten sonra, kendisi de aşağı yukarı aynı yaşta olarak tanıyabilmenin ifade ettiği hafıza kuvvetine denk ikinci bir misal bulunamaz kanaatindeyiz.


Necip Fazıl Kısakürek/Ulu Hakan İkinci Abdülhamid Han 
s.365

Diş Kirası

Ramazanlarda saray ve konaklara davet edilen misafirlere iftardan sonra verilen para veya çeşitli hediyelere 'diş kirası' denirdi

Sıkıntı,Derd,Bela İçin Okunacak Dualar

  Kalbinizde üzüntü ve kuruntu olunca tevbe ve istiğfar okuyunuz.

  Korkulu zamanlarda "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil'aliyyil'azîm" okuyunuz.

  Derdlerden kurtulmak ve murada kavuşmak için beşyüz kerre "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh" ile evvelinde ve ahırinde yüzer defa salevatı şerif okuyup dua etmelidir.

  Hadis- Şerif: " Birinize derd ve bela gelince, Yunus Peygamberin duasını okusun! Allahu teâlâ onu muhakkak kurtarır. Dua şudur: Lâ lâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mnez-zâlimîn."

  Hadis- Şerif: "Sabah kalkınca, üç kerre Bismillâhllezî lâ-yedurru ma'asmihî şey'ün fil-erdı vela fissemâi ve hüves-semî'ul'alîm okuyana akşama kadar, hiç derd, bela gelmez."

Gıybet

Eğer gıybet etseydim, anamı, babamı gıybet ederdim. Çünkü sevâblarımın onlara verilmesi daha hayırlı olur. Abdullah bin Mübârek.


Evliyalar Ansiklopedisi 
S. 162

Birşey Bilir Sanma Sakın!

Kıldan ince ma'nalar var, kulağını eyle yakın!
her kürside nutk çekeni, birşey bilir sanma sakın!

Âkıl İsen

Âkıl sen kıl nemâzı, çün se'adet tâcıdır.
Sen nemâzı öyle bil ki, mü'minin mi'racıdır.

Âdemoğlu


Buna fânî dünya derler, durmayıp dâim döner,
Âdemoğlu, bir fenerdir, nihâyet birgün söner.