11 Şubat 2013 Pazartesi

Ölü/Diri

Şaşılmaz sevgilinin çadırı önünde
varsa bir ölü
Şaşmak gerek
sağsalim çıkmışsa dışarı
Sadi Şirazi

8 Şubat 2013 Cuma

Deterjanla Yapılan Temizlik, Temizlik Değil Bozmaktır. İnsanı ve Çevreyi Hasta Etmektir.

SAYIN YAZAR

Detaylı olarak mail istediğiniz için teşekkür ederiz. Bu yazışmayı yapmakta şu an bile geç kaldığımızı düşünüyoruz. İnsanlar kanser olduktan sonra mı bu konuya önem göstereceğiz?
Hassasiyetinizden dolayı tekrar teşekkür etmek istiyoruz. Çünkü üç rakamlı sayıda mail yolladık ama geri dönüş bir elin parmakları kadar değil.
Müsaadenizle önce tehlikeyi biraz açalım. İstediğiniz doktora veya kimyacıya da sorabilirsiniz.


DETERJANLAR:
1-Çamaşır deterjanı
2-Bulaşık Deterjanı
3-Diş Macunu
4-Şampuan
5-Sıvı Sabunlar
Hepsi deterjandır. Yüzey aktif maddeleri bilim adamları tarafından Şeytan pisliği olarakta adlandırılır.
12 karbonlu tek bağlı ve ucunda da benzen halkası yapışıktır. Bu yapı kolay kırılmaz, insan vücudu tarafından dışarıya atılamayan bir yapıya sahiptir ve mutlaka tesirini gösterir.


A- Bu Yapı Kırılmazsa; bağışıklık sistemi zarar görür, yani bir kere hasta olacaksanız on kere hasta olursunuz. Üç günde iyleşecekseniz 10-15 günde iyileşirsiniz. İki çeşit hastalığınız olacaksa on çeşit hastalığınız olur. Etrafınıza bir bakın? Araba çeşidi mi çok? Hastalık çeşidi mi? Araba tamirhanesi mi fazla? Hastane sayısı mı? Ne oluyor?Acilen sorgulamak lazım değil mi? Çünkü vücudun savunma mekanizması bu madde ile meşguldür.

B- Bu Yapı Kırılırsa; KANSER EDER. Bu yapı sadece insan vücudu ve/veya canlı bedenindeki yapıları kırarken zayıflayıp alkil ve benzen grubu olarak ayrılır. Alkil grubu beslenme, hücre çoğalması yaparken, benzen grubu ortamdaki O2 oksijeni bitirir, yaniyakar. Neticede KANSER yapar.

3.DÜNYA HARBİ İNSANLA KANSER ARASINDA ÇIKACAK EMİN OLUN.
Bir tahmine göre en geç 5 yıl, bir diğerine göre ise 12 yıl zarfında her evde kanser tedavisi gören bir hasta mutlaka olacak.
İddia değil yaşadığımız gerçek bu değil mi?:
En yaygın kanser türleri Meme, Rahim, prostat, akciğer, kolon ve cilt kanseri olduğu bilinmektedir. Dikkat ederseniz tüm bu türler, vücudumuzu içerden dışarıya bağlayan, dönem dönem ıslak ve nemli olan uçların rahatsızlığıdır. Bu uçların daimi temas ettikleri tek şey çamaşırlardır. Çamaşırdaki kimyasal ise deterjandır. Deterjanda KANSER yapar.
Neden temizlik yaparız? Hasta olmamak için, mikroplardan arınmak için. Haftada, günde heran her zaman banyo yapıyoruz, çamaşır yıkıyoruz, bulaşıklarımız tertemiz, ama hastayız. Bir sene içerisinde bir evde yaşayanların hepsi sene içerisinde eczaneye ya da hastaneye mutlaka uğruyor değil mi? Normal mi sizce?
Demek ki temiz değiliz!


AÇIK VE NET; deterjanla yapılan temizlik, temizlik değil, kirletmekte değil adeta insan ve çevrede bozgunculuk yapmaktır.
Binlerce tanıdığımız var ama en güzeli sizde deneyebilirsiniz. En az bir sene uzak durun deterjanlardan bakalım vücudunuz ne hale gelecek, ne kadar dayanıklı olacak!


ÇEVREDE;
2040 yılında okyanuslarda canlı hayatının kalmayacağı söyleniyor. İşte Türkiye den belirtiler.
1974 yılında Marmara da 126 balık çeşidi varken bu çeşitlilik 2008/2009 da 26 ya, 2012 deise 20 ye inmiştir. İzmir körfezinde 200 çeşit balık yaşarken bugün sayı 2 dir. Tartışılan ise artık bu balıkları dahi yemenin doğru olup olmamasıdır. Neden? Çünkü bu canlılarda da bol miktarda deterjan atığı var.
Toplu balık intiharlarının altında yatan gerçek deniz canlılarının KANSER olmasıdır.Akvaryum satanlara sorun lütfen; akvaryumun içerisinin deterjanla temizlenmesini tavsiye eder mi? Etmez mi? Akvaryumu deterjanla temizlerseniz içerisindeki balık çok yaşamaz ölür.Dünyamızda o akvaryumdan çok büyük değildir.
Şampuan ve deterjan atık sulardaki balıkların cinsiyet değişimi ise hiç akla gelmeyen bir tehlikedir ki, gerçekleşirse canlı hayatının bitimi 2040 dan da önceye gelir. Aynı tesirin insan üzerindeki varlığını düşünmek, telaffuz dahi etmek istemiyoruz. Ama ergenlik çağındaki erkek çocuklarda görülen anormal göğüs büyümesi de dikkat edilmesi gereken bir husustur.
Peki, canlı hayatı azalır biterse ne olur?Depremler çoğalır, felaketlerin boyutu büyüdükçe büyür.Nitekim Van, Simav depremlerinden sonra bunu görmekteyiz. Depremlerin boyut değiştirdiği, artçı sarsıntıların daha sık ve büyük ölçekler de olduğu ifade edilmiştir.
Yakın bir gelecekte içme suları deterjanlı/şampuanlı akacak emin olabilirsiniz.


AMACIMIZ
Hastane kapısına iki günde olsa geç gitmek. Üç günde olsa sağlığımızı korumak, sağlamyaşamak. Ailesinde kanser hastası olan birisi topluma, kendine ne verebilir?Her gün depremle iç içe yaşamak ne derece doğru?
Herkes şuan belki algılamayacak ne demek istediğimizi. Ama bizler anlatmak zorundayız.Bilgilendirmek mecburiyetindeyiz. İş işten geçmeden, vakit varken zararın neresinden dönersek kardır diyerek.
Biz firma olarak kendi bilgi çerçevemizde elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Şimdi sıra sizde! Çünkü toplum sizlerle yön bulacak, bilinçlenecek. El ele dünyaya anlatmaya.


ALTERNATİF NEDİR?

SABUN
ÇAMAŞIR SODASI
BORAKS


Karışımı ile çamaşır ve/veya bulaşık yıkamak mümkündür. Bu bir uğraşı meselesidir. Ama hassas olan insanlar yapabilir.
Her şeyin kolayından bahseden insanlara ise alternatif olarak biz varız. Ve bizim temel gaye ve amacımız kendi malımızı satmak değil, insanlığı-çevreyi deterjandan kurtarmaktır.Yaptığımız işi bu manada görürseniz alttaki satırları okuyunuz yoksa okumayınız lütfen.


Deterjanlarda Kullanılan ve Temel Aktif Maddeleri
LABSA (linear alkil benzer sülfonik asit)
SLES (sodium laureth sulfate )
STTP (sodyum tripoly phosphate)
Gibi zararlı ham maddeler olmadan
SABUN
ÇAMAŞIR SODASI
BORAKS
Gibi hammaddeler kullanılarak geliştirdiğimiz, çamaşır, bulaşık makineleri, elde ve genel temizlik için sabun tozu, banyoda kullanılan % 100 zeytinyağlı ve bitkisel yağlardan elde edilmiş sabunlar, gayet olumlu neticeler veren ama insan ve çevre sağlığına asla zarar vermeyen ürünlerdir.
Ürünlerimizin AR-GE si 1986 yılı ODTÜ mezunu İsmail Erbay ve hanımı Cumhuriyet Üniversitesi Kimya Mezunu Ayşegül Erbay tarafından bizzat yapılmıştır. Sabunculuk İsmail beyin baba mesleği olup, okuldaki staj, proje, designler vb hep sabun ve sabunu alakadar eden konularda olmuştur.
Firma olarak 2004 yılında bir ailenin durumundan çok etkilenmiş (4 kişilik bir aile ve hepsi kanser anne baba ve 2 çocuk) ve o tarihten bu güne kadar çamaşır ve bulaşık makinelerinde kullanıla bilecek ama zararlı kimyasallar içermeyecek doğal, natürel toz üzerinde (sabunbazlı) çalışılmıştır.
Özellikle 1970 ler den bu yana sabun tozu ile alakalı hiçbir çalışma yapılmamıştır. Tüm AR-GE ler deterjan ve şampuan üzerine yapılandırılmıştır.
Firma öncelikle sabun köpüğünü otomatik makineye göre ayarlamış, daha sonra ise sabunla birlikte temizlikte kullanılabilecek olan temizlik katkı maddelerinin ne tür bir etki ve temizlik sağlayacağı gibi AR-GE leri yapmıştır. Seneler süren bu çalışmalar neticesinde yüzey aktif temizlik maddesi ‘SABUN’ olan ve talimatına uygun kullanıldığı takdirde özellikle çamaşır makinesinde çok güzel netice verebilen natürel ve doğal temizlik tozları elde edilmiştir.
Bu başarı sadece Türk Mühendislerine aittir. Türkiye de başlamak üzere Dünyaya öğretmek/anlatmakta bir sosyal sorumluluk meselesidir.
Firma olarak temel prensibimiz bu ürünlerin yaygın şekilde kullanılmasıdır. Sadece zengin insanların değil fakirlerinde sağlığı önemlidir. Her kesimin kullandığı deterjan/şampuan insan ve çevreye etkisini yapmaktadır. Arabayı dahi yıkatırken oto şampuanı kullandırtmamak lazımdır.
Bu ürünlerin kullanımı deterjan gibi değil özelliklidir. Dikkat edilmesi gereken en önemli hadise miktarının az kullanılmasıdır. Çünkü temizlikte çok koyalım iyi temizlesin zihniyeti hâkimdir. Hâlbuki çok konulursa sabun hem bulaşıkta hem de renkli çamaşırlarda kendi lekesini bırakır.
Az kullanmak demek, en ekonomik hali ile temizlik yapmaktır.
Karşılaştığımız en büyük, maalesef, problem ise ürünlerimizin natürel, doğal ve bitkisel olması fakat fiyatlarının ucuz olmasıdır. Bu hali ile bu fiyatlara satamazsınız çünkü inandırıcı değil deniliyor.
Ama biz sosyal sorumluluk adına çok pahalı fiyatla sadece belli bir kesimin alım gücüne hitap etmek istemiyoruz. Natürelin, doğalın ve bitkiselinde ucuz olduğunu ispat edeceğiz.
Bu konu ile alakalı özellikle ev hanımlarına telefonda bilgi veren çağrı merkezimiz (callcenter) mevcuttur. İstediğiniz zaman sizlere de bu hizmeti vermekten memnuniyet duyarız.
Aklınıza gelen herhangi bir soru için çekinmeden arayabilirsiniz.


Ayşegül ERBAY0 552 440 44 40
İsmail ERBAY0 552 441 44 41
info@saberkimya.com.trwww.saberkimya.com.tr

Anama İyi Bak Baba

Benden sana evlat vasiyetidir; baba, anneme iyi bak!
Akşam en heyecanıyla televizyon izlerken, sen anneme bak.
Yaşanmışlıklarını göreceksin çocuksu bakışlarında;
Yaşattıklarını, yaşatamadıklarını, sana adanmış koskocaman bir ömrü göreceksin bakışlarında.
Akşamları geç geldiğinde yiyemediği lokmaları göreceksin, boğazına dizilen.
Sen kızmayasın diye, uyurken komşulara gidişlerini, bizim ağzımızı kapatmalarını, yüreğinin ağzına geldiği zamanları göreceksin.
Baba, anneme iyi bak…
- ' Hanım ben gidiyorum ' dediğinde, sen merdivenleri inene kadar ardından bakan insana bir kez durup, merdivenin 5. basamağında, sen bak!
Gözlerinde sen daha gitmeden seni özleyen bir kadın göreceksin.
Sokakta gördüğün arkadaşının sıktığın eli gibi bir kez olsun sarıl ona.
Sıkıca!
Sevgiyle!
Saatlerini harcadığın kahve sandalyesinde, yudumlarken bardağından çayını; hiç birinin tadının annemin çayının tadına benzemediğini fark ederek; evde, senin için yemek yapmanın telaşında olan o kadını düşün.
Koyarak üç beş kuruş yarım bıraktığın bardağın yanına, en hızlı adımlarınla koş baba.
Seni terk eden annen gibi,
Ardından bıçaklayan dostların gibi,
Senin kıymetini bilmeyen evlatların gibi değil;
Ne zaman düşsen, canın acımasın diye düştüğün yere çimen olan,
Her bayramda senin elini ‘’evimin direği ‘’ diyerek öpen o kadına iyi bak baba.

Ne kadar usulca çıksan da merdivenleri
Senin geldiğini daha ilk basamakta anlayan kadına,

Yüzün asıksa, mutfağında sessizce ağlayan ama sana soğanın ne kadar acı olduğunu söyleyen kadına,
Sen hastaneye yattığında; ağlarken uyuyan, uyanınca ağlayan; ' bu ev çok büyük geldi bana ' diyen anama iyi bak baba.
Sarıl boynuna.
Tut ellerinden, öpüver.

Ve deki ona;
' Siyah saçlarımın terk ettiği yıllarımdan geriye, bir sen kaldın ve ben bir tek sana kaldım.! '
Anama iyi bak baba.
Onun gözlerinde sana adanmış koskocaman bir ömür göreceksin ! .

3 Şubat 2013 Pazar

Kitap ve oyuncak kumbarası


Giresun’da, 2 metre büyüklüğündeki dev kumbara ile ihtiyaç sahibi çocuklar için kitap ve oyuncak toplanıyor. Vatandaşların yoğun ilgisini çeken kumbarada ihtiyaç sahibi çocuklar için her gün onlarca kitap ve oyuncak birikiyor.



Bir para kumbarası şeklinde tasarlanan 2,30 metrelik dev kumbarada, ihtiyaç sahibi çocuklar için kitap ve oyuncak toplanıyor. Kampanyaya destek vermek isteyen vatandaşlar kumbaranın bir gözünden kitap, diğer gözünden ise oyuncak atabiliyor.

Belediye Başkanı Kerim Aksu, yaptığı açıklamada, kumbaraya atılan oyuncak ve kitapların ihtiyaç sahibi çocuklara ulaştıracaklarını belirtti. Birçok kişinin evinde okunmuş kitap veya kullanılmayan oyuncaklar olduğuna işaret eden Aksu, bu kitaplar ve oyuncukların atıl durumda bekletilmesi yerine ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasının daha yerinde bir karar olacağını ifade etti. Başkan Aksu, Giresun halkından kullanılmayan kitap ve oyuncakları kumbaraya atmaları çağrısında bulundu.

11 Ocak 2013 Cuma

Küçük Kızı Sev!!!



Bülent, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı. Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. 'Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir' diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti. Alaycı bir ses tonuyla:
- Ekmek parası mı istiyorsun ? diye sordu.
- Hayır çikolata parası lazım! Bülent'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü.
- Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?
- Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız. Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.
- Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız?
- Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.
- Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın?
- Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum..
- Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla.
- O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever.
Adamın söyledikleri Bülent'in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı. Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü. Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu. Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı.'Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu' diye düşündü.
- Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi?
Bülent'in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı.
- Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım.
Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.
- Oturun biraz dertleşelim bari, dedi.
Adam çekingen çekingen oturdu yanına.
- Yokmu eşin dostun, borç alacak akraban?
- Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar.
- Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ?
- Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim.
- Hımmmm. Aşk hemde otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.
- Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.
- Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.
- Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem.
- Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden?
- Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan.
- Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikayet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?
- Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, hergün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur.
- Sizin mutluluğunuzun sırrı bumu ?
- Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.
- Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir?
- Küçük kızı severek.
- Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ?
- Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin.
- Nasıl yani ?
- Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar.Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi?
- Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır 'babacığım beni ne kadar seviyorsun?' diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda 'Baba güzel olmuş muyum?' diye sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. ' Harikasın prenses gibi olmuşsun' demeliyim. Dünyanın en güzel kızı demeliyim.
- İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona 'bebeğim' diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. 'Bebeğim bana bir çay yapar mısın?' dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.
- Hiç kavga etmezmisiniz siz?
- Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.
- Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.
- Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi yada en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hemde çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak dokunuşları severler.
- Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.
- Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur.. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin.
- Haklısında bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.
- Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu. Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama, her zaman aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini ve mutlu ettim onu.
Adam ayağa kalktı.
- Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur.
Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.
- Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.
Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.
- Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi.
Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evinin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı. Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı, sonra eşinin önüne koydu.
- Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi.
İnci hiç konuşmadı.
- Sorsana 'niye' diye.
İnci kızgın kızgın:
- Niye? Diye sordu.
- Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek, dedi gayet ciddi bir ses tonuyla.
İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi yumuşamıştı.
- Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.
- Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir şeydi. 'bak senin sevdiğin meyveleri aldım' Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın.
- Özür dilerim seni kırdığım için.
Sonra Bülent yere diz çöktü.
- Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden.. Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme.
Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu. İnci kıkır kıkır gülmeye başladı.
- Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin, dedi.
Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü.
Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü. ...

Muhtacım

Suskunum...
Dilim lâl olmuş , Yüreğim Pervane
Gözlerimde ıssız bir biçare.
Hangi Tarafa Yönelsem ucsuz bucaksız bir umman,
Ummanda kaybolmuş kırılgan bir yürek...
Muhtacım bir yudum duana ,
bir nefes merhametine ,
bir damla sevgine.
Ey sahip!
Duyuyorsun değilmi beni!
Kalemimden çıkan sözcükleri değil ,
Yüreğimden Dökülen Dizeleri...
Hz.Mevlana

10 Ocak 2013 Perşembe

Kedi Toldo




İtalya’nın kuzeyinde bulunan Montagnana kentinde yaşayan Iozzelli Renzo bir yıl önce hayatını kaybetti. Eşi, öldüğü günden sonra ne zaman Renzo’nun mezarına gitse orada hediyeleriyle hazır bekleyen kedi Toldo’yu buluyor.

İtalyan Corriere Fiorentino gazetesinin haberine göre 3 yaşındaki Toldo sahibinin cenazesini evden mezarlığa kadar takip etti. Mezarın yerini öğrenen Toldo Renzo’ya bir yıldır her gün aralarında plastik bardaklar, yapraklar ve sopalar olan çeşitli hediyeler götürüyor.

Renzo’nun eşi Ada gazeteye konuşarak kedilerinin sürekli mezarlığın etrafında dolaştığını söyledi. Ada sözlerine şöyle devam etti: “Bu sabah da Toldo’yla birlikte ziyarete gittik. Dönüşte bir arkadaşıma rastladım ve kediyi sabah da mezarın başında gördğünü söyledi.”

ntvmsnbc

5 Ocak 2013 Cumartesi

Yaşamak Yürek İster

[IMG]

Yaşamak yürek ister; belki de bu yüzden dünyaya gelenlerin çok azı yaşar. Çoğunluğu yalnızca yaşadığı günü kurtarır, var olmakla yetinir ve kendi varlığı altında ezildikçe ezilir. Değiştiremeyeceği gerçekleri olduğu gibi kabul etmek ve bu değişmezlikten kendine yeni bir yaşam sevinci oluşturmak da yürek ister; değiştirebileceğini değiştirmeye çalışmak da. Sanıldığı gibi insanı korkutan; dünya, zorluklar, yaşam koşulları ya da başkaları değildir. İnsan en çok kendisinden korkar; kendi duygularından, kendi güçsüzlüklerinden, kendi zaaflarından, kendi acılarından, kendi coşkularından ürker. Yaşama her dokunuşunda, duygularının alevlenip kendisini yakacağından çekinir. Onun için kaçar yaşamdan, aşktan kaçar, öfkeden, hareketten, sevinçten, kendisinden kaçar. Korku yüzünden yaşanamamış bir yaşamı ellerinde taşımaktan yorularak, kendisine uydurduğu bin bir türlü mazeretle yaşama arkasını dönmeye, gizlenmeye uğraşıp, gizliden gizliye yok olmaya çabalar. Korku kendine acımayı getirir; kendini zavallılaştırmaya baslar yaşamdan korktukça. Yaşamla yüz yüze gelmektense ağır ağır erimeyi tercih eder. Korktukça azalır gücü; korkuyla yaralanan bedeni artık en küçük bir dokunuşta acıyla inler. Her acıda korkusu biraz daha artar ve girdap gibi çeker içine güçsüzlük onu. Kendi korkusuna kalkıp kader der sonra, korkuyu değiştirilmez bir gerçek, alnına yazılmış bir yazgı olarak görür. Yeni bir aşkın düşüncesi bile titretir onu. Kalabalıktan korktuğu kadar yalnızlıktan da korkar. Hayatın hiçbir haline dayanamaz durumlara gelir. Sırtında yaşayamadığı hayatı, önünde yaşanacak günleriyle, kendi geçmişiyle geleceği arasında sıkışır kalır artık.

Kendi duygularıyla kuşatılır; döndüğü her yanda bir düşman gibi kendi duyguları çıkar karşısına. Şu yana dönse orada bir mutluluk vardır ama o mutluluğu değil mutluluğun arkasında gölgesi sezilen acıyı görür. Bu yana döndüğünde bir isyanın şevki vardır ama o isyanın çekiciliğini değil o isyan için ödenecek bedelin ağırlığının fark eder. Beri yanında bir aşk bekler onu ama o aşkın arkasından gelebilecek terk edilme ihtimaline diker gözlerini. Her kıpırtıyla örselenebileceğinden çekindiği için kıpırdayamaz bile yerinden; yaşama yaklaşabilmek için bir tek adım bile atmaya yetmez cesareti. Ona sevinci gösterseniz; "ya sonra" diye sorar! Aşkı gösterseniz, gene ayni sorudur onun aklini kurcalayan; "ya sonra"! Öfke, coşku, dostluk, sevişme, başkaldırı, direnme hep aynı soruyu sürükler peşinden; "ya sonra". Bilinmeyen bir "ya sonra" için bilinenlerin hepsini ıskalamayı kabullenir. Ama ne garip, duygularından, yaşanacakların sonrasından korkanlar, acıdan sakınanlar çeker en büyük acıyı. Yaşanmamış bütün duyguları zehirli sarmaşıklar gibi boy atıp ruhlarına dolanır. "Sonrası umurumda bile değil" deyip yaşamla kucak kucağa gelenlerden çok daha fazla yarayı yaşayamadıkları için alırlar. Yakınıp dururlar; çektikleri acılardan söz ederler. Acıyı da çekerler gerçekten ama acıdan korktukları için bunca acıyı çektiklerini görmezler bir türlü. Yaşamanın cesaret istediğini fark edemezler. Onun için çok az insan yaşar; çoğunluk yalnızca gününü kurtarır. Yaşanmamış günlerin altında inleyen çaresiz bir köle gibi yitik bir hayatı taşır güçsüz omuzlarında.

Kendi gerçeklerimiz, kendi duygularımızdır bizi böylesine ürküten; çatal diliyle tıslayan bir yılan görmüş tavşan gibi kendi kendimizi hareketsiz bırakan. Ve ne kadar çok korkarsanız, korkunuz o kadar artar. Ne kadar yaşarsanız, cesaretiniz o ölçüde bilenir. Yaşayamıyorsanız eğer, bu başkalarından dolayı değildir. Sizi güçsüzleştiren, sizi çaresizleştiren, sizi isyanlardan alıkoyan, değiştiremeyeceklerinizi kabul etmenize engel olan, değiştirebileceklerinizin üstüne gitmenize izin vermeyen, sizi yaşatmayan, sizin kendi korkularınızdır.

YAŞAMAK YÜREK iSTER ÇÜNKÜ.

OSCAR WILDE - CAN AKIN

21 Ağustos 2012 Salı

Büyük Devlet Olmak

Tayland'daki Osmanlı armasının sırrı
Güney Asya'daki Siam ülkesi Tayland ile Singapur'da İslamiyet yoğun olarak yaşanırken, her iki ülkedeki eserlerde Osmanlı'nın izleri bulunuyor.


PEKİN - Ali İhsan Çam
Dünyada adı İslamiyet'le pek anılmayan ancak İslamiyet'in yoğun olarak yaşandığı ülkelerden biri de Güney Asya'daki Siam ülkesi Tayland.
Dünya'nın turizm merkezlerinden olan ve bu anlamda adından sık sık söz edilen Budist krallığı Tayland'da 8 milyon Müslüman bulunuyor ve Budizmin ardından ikinci büyük din İslamiyet.
Müslümanlar ülkenin güneyindeki Fettani, Cala, Narbitos ve Stul vilayetlerinde yoğunlaşmış olsa da başta başkent Bangkok olmak üzere birçok kentte Budistlerle birlikte yaşıyor.
Tayland'da Müslümanların okul açma, cami yaptırma, fakir Müslüman ailelere yardım ve gençlerin eğitimi gibi çalışmalar ülkedeki tek dini otorite olan "Şeyhülislamlık makamı" üzerinden yürütülüyor.
Ülkede 4 binden fazla cami olduğu belirtilirken, İslami eğitim veren 500 civarında okul olduğu ve bu okulların birçoğunun medrese şeklinde eğitim verdiği kaydediliyor.

İsterlerse dini kanunlar uygulanıyor Tayland'da Müslümanlara istedikleri hallerde İslami kanunlar uygulanıyor ve Müslümanlar kamusal alanda sınırlı olarak kullanılsa da bazı medeni ve resmi işlemlerini dini kanunlara göre uygulama hakkına sahip.
Tayland’da bulunan ve helal damgası kullanmak isteyen tüm firmaların ürünleri ve içerikli laboratuarlarda Müslümanlar tarafından incelendikten sonra helal damgası alabiliyor.
Ülke medyası genel olarak Budistlerin elinde ancak, başkent Bangkok’ta Müslümanlar için 9 televizyon kanalı bulunuyor. Bu kanallar İslami içerikli yayınlar yapıyor.

Osmanlı armalı cami Tayland'da diğer Asya ülkelerine nazaran doğrudan bir Osmanlı etkisi görülmese de Bangkok'ta bulunan Bang Uthit Camisi'nin girişinde dev bir Osmanlı arması bulunuyor.
Bangkok'ta irili ufaklı 200 civarında cami ve mescit bulunduğu söyleniyor ve kentteki en eski camilerden olan Bang Uhdit Camisi'nin girişindeki "Devlet-i Aliyye" arması dikkatli incelendiğinde Sultan II. Abdülhamid'in tuğrası dikkati çekiyor.
Osmanlının son dönemine denk gelen ve Sultan Abdülhamid'in tahtından indirilmesinden 7 sene sonra inşa edilen bu armanın da ilginç bir hikayesi var.
Sultan II. Abdülhamid'in uyguladığı İttihad-ı İslam siyaseti çerçevesinde o dönem tüm dünyadaki Müslümanlar gibi Tayland'daki Müslümanlar da İslam halifesinden haberdar olmuş ve hilafete bağlılıklarını ifade etmişler.
Cami cemaati ve çevredeki Müslümanlar o dönem Siam Krallığı'nın Müslümanları olarak İslam'a ve hilafete bağlılıklarını yinelemek için Sultan ve Halife II. Abdülhamid'den bir nişane talep etmiş.
Talebin ardından Osmanlı'nın Siam Krallığı'na Devlet-i Aliyye kendilerine numune olacak bir arma göndermiş.
Müslüman toplumu da camilerin kapılarının üzerine bu armanın aynısını işleyerek Hilafet merkezine bağlılıklarını ifade etmek istemiş.
Hilafet'in kaldırılmasının ardından ülkede bu uygulamaya son verildiği anlatılıyor ancak Bang Uhdit Camisi'ndeki "Osmanlı nişanesi" tüm ihtişamıyla günümüzde hala muhafaza ediliyor.

Singapur'da İslamiyet Türkiye'den binlerce kilometre uzaklıktaki küçük bir ülke olan Singapur'da İslamiyet ülkenin ana unsurlarından.
Singapur'da her millet kendine has bölge ve mahalleler kurmuş. Ancak bunların arasında en dikkat çekeni şehrin merkezindeki Müslüman bölgesi ve ülkenin en eski camisi Sultan Camisi.
Sultan Camisi'nde ezan sesli olarak okunuyor ve binlerce Müslüman bu bölgedeki sosyal alanlar ve tesislerde vakit geçiriyor.
Müslümanlar kendilerine ait eğitim sistemi ve teşkilatlarıyla birbirlerine bağlı bir topluluk olarak dikkati çekiyor.
Singapur'daki Müslümanların genel nüfusa oranının yüzde 15 olduğu ifade edilirken, Müslümanlar hem sosyal hayatta hem de kamusal alanda ülkedeki en etkin topluluklardan.

A.A

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Veba Hastanesi

Bir İngiliz Amirali, Adolphus Slade'e inanacak olursak, 1820'lerin sonunda Kız Kulesi, 'Veba Hastanesi' olarak kullanılmaktadır,başında da Fransız doktor Antuan Lago vardır. Kız Kulesi, 1829'da çıkan bir kolera salgınında karantina hastanesine dönüştürülür. 20 yıl karantinahane olarak kullanıldıktan sonra bu defa 1857'de deniz feneri olarak kullanılmak üzere Fenerler İdaresi'ne verilir.

Mustafa Armağan/Osmanlı'yı İmparatorluk Yapan Şehir
S:28